DOLAR
EURO
GRAM ALTIN
ÇEYREK A.
BITCOIN
ÜYE PANELİ

DOÇ. DR. DERYA GÜLEÇ ÖZER ANLATIYOR…

Son Güncelleme :

13 Eylül 2023 - 9:13

/ 191 views kez okundu.
DOÇ. DR. DERYA GÜLEÇ ÖZER ANLATIYOR…

Doç. Dr. Derya Güleç Özer
“Mutluluğun Mimarisi”

Bu sayımız için hem mimar- akademisyen hem de girişimci kimliği ile öne çıkan Doç. Dr. Derya Güleç Özer ile güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. Öğretim üyeliğinin yanı sıra mimari yarışmalara katılımı, aldığı ödülleri, uygulama çalışmaları, danışmanlıkları ile enerjik bir mimar, bir hoca.

Sayın Özer ile, mimari çalışmalarını, mimarlığın geçmişini ve geleceğini, yeni inovasyon alanlarını konuştuk.

Merhaba, sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Öncelikle beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. 2004 Yılında Orta Doğu Teknik üniversitesi Mimarlık Fakültesi mimarlık bölümünden mezun oldum. Yüksek lisans eğitimimi Gazi Üniversitesi’nde, doktora eğitimimi ise İTÜ’de Mimari Tasarımda Bilişim Programında tamamladım. Doktora sonrası, Tübitak bursu ile Amerika’da MIT (Massachusetts Institute of Technology) Mimari Bilişim Departmanı’nda akademik çalışmalarda bulundum.

Kariyerim boyunca, çeşitli vakıf ve devlet üniversitelerinde akademik ve idari görevler yaptıktan sonra şu anda İTÜ Mimarlık Fakültesi Mimarlık Bölümünde öğretim üyesi olarak görev yapmaktayım. Aynı zamanda Mimari Tasarımda Bilişim yüksek lisans ve doktora programında birçok araştırmacı yetiştiriyoruz. Çok yetkin ve girişimci bir araştırma ekibim var, birlikte ulusal ve uluslararası projeler yürütüyoruz.

Neden Mimar olmak istediniz? Bu mesleği seçtiğiniz için mutlu musunuz?

Mimarlık bir meslek olmanın yanında bir kültür. M.Ö 10.000 yıllarına rast gelen mimari kalıntılar olduğunu biliyoruz. Yine Göbeklitepe M.Ö 9500’lere dayanıyor. O toplumun mimarisi, bize yaşamı, uygarlığın gelişmişlik düzeyi hakkında bilgi veriyor. İlk dönemler mimari bir barınma ihtiyacı ile kendini gösterse de daha sonra süslemeler, duvar resimleri, mekânsal tasarımlar, dini yapılar ile bir kültürü yansıtıyor. Yani mimari, sadece barınma veya herhangi bir işlevi karşılama noktasına indirgenemez.
Mimarlığın kökenine bakarsak, en eski barınma birimi Megaron. Yunan tapınak prototipi.
İnsanlar barınmak için, tapınmak için, eğlenmek için, temizlenmek için hep mimari öğelere ihtiyaç duymuşlar…Bu yüzden mimarlık çok eski bir sanat dalı. Tabii her zaman tasarımcısı, üreticisi veya yapımı bu günkü gibi ayrışmadı. Eski dönemlerde, tüm bu işleri aynı kişi yapabiliyordu.
Bugünkü sorunlarımızın temelinde, uzmanlık alanlarının gelişmesi ve kişilerin diğer uzmanlıkları bilmemesi yatıyor. Büyük resmi kaçırabiliyoruz. Ben, tasarımı çok sevdiğim için, kültürle olan bağlantısını çok önemsediğim için mimar olmak istedim. Ama mimarinin kitlesel tüketimin bir parçası olması beni çok rahatsız ediyor.

Günümüzde tüketim, toplumu o kadar ele geçirdi ki, her şey bireysel bir tüketim nesnesi haline geldi. Şöyle örnek vereyim. Çok çalışıyoruz, sağlıksız besleniyoruz, obezite artıyor, kilo verelim diye diyetisyenlere, spor salonlarına koşuyoruz, aşırı para harcıyoruz, tabii sonuç olarak bu parayı kazanmamız gerekiyor ve başa döndük. Kısır döngü…
Kısaca toplumsal bir fayda ile şehir planlama çok önemli. Burada devlet ve yerel otoritelere de büyük iş düşüyor. Mimar tek başına yetersiz kalıyor.

Biz üniversitemizde araştırmacı, meraklı, kültürlü, girişken, yeniliğe ve değişime açık, çevreye duyarlı bir mimar profili yetiştirmeyi hedefliyoruz. Bugün yaşadığımız deprem, yangın ve sel felaketleri sonucunda birlik olup o yaraları tekrar onaracağız. Bunu da iyi bir planlama, ortak akıl ile yapacağız.

Günümüz Türkiye’sindeki mimariye yaklaşımı nasıl değerlendiriyorsunuz? Gençlerin mimarlık alanını tercih etmesini tavsiye eder misiniz?
Mimarlık, sadece tasarımcıları ilgilendiren bir alan değil. Bu alanın birçok paydaşı var. Tasarımcı, mühendis, iç mimar, peyzaj mimarı, müteahhit, işveren, yerel yönetimler, kültür, halk… Tüm bu paydaşların katkısı ile iyi bir mimari ortaya konulabiliyor. Bir mimar ne kadar iyi ve faydacı bir şey tasarlarsa tasarlasın, o tasarım iyi değerlendirilmediğinde, halk benimsemediğinde veya korumadığında, ortaya iyi bir durum çıkmıyor. Bugün kentlerimizdeki çarpık yapılaşmanın sebebi, tüm paydaşların uyum içerisinde çalışmaması, üretmemesinden kaynaklanıyor.
Gençlerin eğer ilgileri ve yetenekleri bu yönde ise mimarlık alanını tercih etmelerini tavsiye ederim. Ama önce hangi alanda üretimin onlara keyif vereceğini ve daha yüksek seviyede katkı koyabileceklerini düşünmeleri lazım. Belki işin mühendislik, inovasyon kısmı, belki de tasarım kısmı ilgilerini çekecek.

Tasarımlarınızı hangi kapsamda ilerletiyorsunuz? Farklı girişimleriniz ve yenilikçi projeleriniz olduğunu biliyoruz, bunlardan bahsedebilir misiniz?

Farklı alanlarda, tasarım ve inovasyon teknolojilerini kullanarak projeler üretiyoruz. Öncelikle, inovatif tasarım alanlarını keşfetmek adına Handan A.Ş. ile birlikte kurduğumuz Deharch [Design Habitat] bünyesinde projelerimize ve danışmanlıklarımıza devam ediyoruz. Deharch, mimarlık ve tasarım alanında yenilik ve sürdürülebilirlik odağında projeler geliştirmeyi hedefleyen bir paylaşım ortamı. Hem araştırmacılar hem de mimarlar ile ortak çalışıyoruz. Ulusal ve uluslararası mimari/ iç mimari projelerin yanı sıra, robotik yapı üretim teknolojileri, yapay zekâ, metaverse ve sanal dünyalar, mikromobilite vb. gibi alanlar üzerine çalışıyoruz.

Önemli bir diğer çalışma alanımız, robotik yapı teknolojileri. Doktora öğrencilerimle robotik teknolojilerin beton malzemelerle kullanımı ve yenilikçi yapı tasarımı üzerine çalışıyoruz. Bu alanda yerel şirketler ile iş birliği içerisindeyiz, ISTON ile deneysel çalışmalarımızı yürütüyoruz. İleriki çalışmalarımızda, robotik teknolojilerin yerel malzemelerle olan potansiyelini araştıracağız.

Gerçek dünyada olduğu kadar, sanal ortamlarda da tasarım alanının potansiyellerini araştırıyoruz. İç mimari alanındaki projelerin ve bu alanda faaliyet gösteren yapı firmalarının sanal ortamda (Metaverse) kendilerini sunabilmeleri, paydaşlarla ilişki kurabilmeleri için bir platform oluşturuyoruz. Bu çalışma tamamlandığında ve lansmanı yapıldığında büyük ses getirecek.

Yine bir başka projede, mimarinin geleceğini tartışmak ve mimarlık yayıncılığı alanında söz söylemek üzere, Dr. Murat Sönmez ile sosyal medya platformu arch.futures’ı kurduk. Alanında uzman birçok mimar, tasarımcı ile söyleşiler gerçekleştirdik ve bunları yayınladık.

Bununla birlikte, kentsel ölçekte daha yaşanabilir bir kent için de projeler üretiyoruz. Sürdürülebilir kalkınma ve mobilite bizim için çok önemli kavramlar. Geçen sene, Zeytinburnu bölgesi özelinde araştırdığımız bisikletebinilebilirlik çalışmamızın sonuçlarını önemli bir akademik dergide yayınladık. Bu sene ise, mobilite çalışmalarımızı farklı bir boyuta taşıyoruz. Tüm dünya metropollerinde yaygınlaşan mikromobilite araçları, e-bisiklet, scooter gibi, kentiçi ulaşımı rahatlatıyor. Fakat AB uzmanları bu araçlara yönelik güvenlik endişelerinin giderilmesi gerektiğini belirtiyor. Gaziantep Fen Lisesi’nden arkadaşım Ömer Kılıç’ın önderliğinde geliştirdiğimiz, “Herkes için güvenli mobilite” sloganıyla yola çıkan aantbee girişimi ile bu konuda çalışmalar yapıyoruz. Kentli bireylerin mikromobilite araçlarını daha bilinçli kullanması için gerekli içeriğin planlanmasına destek veriyorum. Gerçeğe yakın kent metaverse sahneleri de kullanarak etkileşimli bir deneyimle sürüşleri simüle etmelerini hedefliyoruz.

İstanbul bir dünya kenti, fakat gün geçtikçe sayıları artan binalar ve yapılaşma ile hızla büyüyor. Bu hızlı büyümeyle birlikte kitle boşluk dengesi açısından şehre baktığımızda dengenin giderek bozulduğunu, boşluğu oluşturan açık ve yeşil alanların, kapalı alanların artışı ile ters orantılı olduğunu görüyoruz. Bir mimar olarak İstanbul’un geleceğini nasıl değerlendiriyorsunuz?

“Dünya tek bir ülke olsaydı başkenti İstanbul olurdu” demiş Napolyon Bonapart. O da kadar güzel bir dünya şehri ki, bu kadar bozmamıza rağmen, değişmeyen bir güzelliği var. İstanbul’a verdiğimiz tahribatı tanımlarken, kendimize dönüp bir bakmalıyız. Tarihimize nasıl sahip çıkıyoruz, yeşil alanlarımızı ne kadar koruyoruz? Bir kenti kent yapan unsurlar, ne kadar beton yapı yaptığınız değil, ne kadar halka açık kamusal alanlar ürettiğiniz ile ölçülüyor. İşiniz, eviniz, okulunuz arasında ne kadar vakit harcıyorsunuz, toplu taşıma ile rahatlıkla ulaşabiliyor musunuz, bunlar çok önemli unsurlar. İstanbul’un çok şanslı birkaç semti var, onlar da yeşil alan / yapılaşma oranı en büyük olan semtler. Gelişime asla karşı değilim. Evet İstanbul büyük bir metropol, nüfusu hızla artıyor, artmaya da devam edecek. Ama biz bunu planlı yapacağız. Burada kişisel çıkarlar/rantlar değil de toplum sağlığı ve huzuru ön planda tutulacak.
Ben eğitimciyim. Öğrencilerime derslerimde erişilebilirlik, sürdürülebilirlik gibi kavramları proje derslerinde özellikle sürekli vurguluyorum. Bu kavramlara uygun projeler geliştiriyoruz. Piyasa şartlarında işverenlerle çalışırlarken, hatta imar şartları ile boğuşurlarken onların insan haklarını gözeten, duyarlı ve çevreyi koruyan projeler üretmeleri benim en büyük hedefim.

Bu noktada, gelecekte Mimarlığın çevremize olan etkileri nasıl olacaktır? Özellikle ülkemiz için Sürdürülebilirlik ve ekolojik yapı tasarımı hangi boyutlarda olacaktır?
Ekolojik tasarım yaklaşımı, ilk ortaya çıkışı 1970’lere dayanan, çevreleriyle uyumlu ve pasif tasarım ilkelerini kullanan yapılar üretmeyi amaç edinmiş bir tasarım biçimidir. İyi bir tasarımın doğayı örnek alan tasarım olduğunu savunmuş, doğa ile birlikte tasarımı vurgulamıştır. Ekolojik tasarım insan ve çevresine eş zamanlı olarak duyarlı bir yaklaşım oluşturan uyumu ve aynı zamanda dünya kaynaklarının da yeterli oranda ve ekonomik kullanımı ilkesini bir arada sağlamaktadır. Giderek artan çevresel sorunlar bağlamında yapılı çevrenin ele alınması ile birlikte, gelecek nesle daha iyi bir çevre bırakabilmek hedefiyle, inşaat sektörünün tüm alanlarında bu konuların gündeme alınması ve sürdürülebilir çevresel tasarım konseptlerinin uygulanması gerekmektedir.
Ben Gaziantep’liyim. Anadolu kültürünü yakından tanıyarak büyümüş olmakla gurur duyuyorum. Gaziantep’in yemekleri olduğu kadar yerel malzemeleri, örneğin havra ve keymık taşları, çok önemli yapı malzemeleri. Halen birçok tarihi konutun restorasyonunda kullanılıyor, yaşatılıyorlar. Kerpiç yine doğal ve nefes alan bir malzeme. İnşaat tekniklerini geliştirebilmek için çalışan birçok akademisyen hocamız var. Anadolu’nun her yerinde kendine özgü yerel değerler var. Bunları kullanmalı ve yaşatmalıyız.

Mimar kimliğinizin yanı sıra sanat tarihi, arkeoloji ve koruma alanlarına da ilgisi olan ve bu alanlarda da çalışmaları olan bir araştırmacısınız. Bu alanların, teknolojik gelişmeler paralelinde nasıl bir geleceği olacağını öngörüyorsunuz?

Öğrencilik yıllarımdan beri sanat tarihi ve arkeoloji ile iç içeyim. Sardis (Manisa), Sagalassos (Burdur), Parion (Biga), Corinth (Yunanistan) kazılarında çalıştım. Halen de Alanya’da Syedra Arkeolojik Kenti’nde çalışmalarımıza devam ediyoruz. Doç. Dr. Ertuğ Ergürer başkanlığında kazılarını yürüttüğümüz Syedra, muhteşem bir antik kent, keşfedilmeyi bekliyor.
MIT Boston’da çalışmalarımı sürdürdüğüm yıllarda tarihi mirasın görselleştirilmesi alanında Prof. Dr. Takehiko Nagakura ile çalışma fırsatım oldu. Kendisi bu alanda önemli bir akademisyen, Machu Picchu kentinin görselleştirmesini de ekibi ile o yapıyor. Arkeoloji alanındaki en büyük problemlerden biri de ziyaretçilerin mekân ile iyi iletişim kuramamaları. Anlamlandıramadığınız şeyleri sahiplenemezsiniz. Bu noktada VR (Sanal Gerçeklik) ve AR (Artırılmış Gerçeklik) teknolojileri son dönemlerde çok hızlı gelişti. Ziyaretçiler akıllı telefonları ile müzeleri, arkeolojik ören yerlerini gezebilir ve yerin eski dönemde nasıl olduğunu görebilir/anlayabilir hale geldiler. Bu çok önemli bir gelişme. Nagakura ve ekibi ile Göreme Milli Parkı ve çevresinde yürüttüğümüz çalışmalarımız devam ediyor. Bu çalışmaların, ülkemizin tanıtımı ve tarihi miras bilincinin geliştirilmesi alanlarında yüksek katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
Yine bu alanda geliştirdiğimiz başka bir projemiz de Tübitak ve Fatih Belediyesi destekleri ile, Prof. Dr. Figen Gül yürütücülüğünde, Yedikule Zindanları’da bir karma gerçeklik oyunu projesi. Burada sanal ortamlarda oynanacak oyunlar ile, ziyaretçilerin tarihi mekân algısını geliştirmeyi hedefliyoruz.
(Resim 5 buraya gelebilir)

Akademisyenlik kimliğinize dönelim. Öğrencilerinize neler tavsiye ediyorsunuz? Kimler mimar olmalı?

Mesleğimizin ve belki de tüm mesleklerin özünde merak var. Yoksa kendimizi tekrar eder, daha önce üretilen bilginin ötesine geçemeyiz. Yeniyi aramayı asla bırakmayacağız. Zaten içinde bulunduğumuz dönem, asla durmamıza ve dinlenmemize izin vermiyor. Tüm alanlar gibi, mimarlık teknolojisi, malzeme teknolojisi de çok hızlı ilerliyor. Bütün bu açılardan, mimarlığın/tasarımın sınırlarını yeniden tanımlamak gerekiyor.

Son söylediğiniz söz önemli. Peki Mimarlığın/Tasarımın sınırlarını yeniden tanımlamak için ne gereklidir? Mimarlığın geleceğinde bizi ne bekliyor?
Benim uzun zamandır üzerine düşündüğüm bir konu. Mimarlığın sınırlarını tanımlamak ve belki aşmak için önce kendi alanıma yani mimarlık eğitimine bakmaya karar verdim. Bu noktadan bakarak yeniden yapma nasıl tasarlanabilir, bunun üzerine düşündüm. Özellikle pedagoji ve pratik arasındaki ilişkide “Yapma” eylemini tanımlamanın ve yapma eylemini yeni anlamlarına ulaştırmanın önemini kavradım. Bu alanda alanında uzman akademisyen mimar/tasarımcıları davet ettiğimiz bir sempozyum düzenledik ve bunu uluslararası bir kitap olarak yayınladık.
Eğitimin yapma eylemi üzerine kurulu olması önemli bir olgu. Ama nasıl bir “Yapma” bunu tanımlamak gerekiyor. Yapma, eğer “inşaat yapma” noktasına indirgenirse anlamını yitirir. Yapmak bazen “bilgi üretmek”, bazen “inşaa etmek”, bazen “yapmayı öğrenmek/öğretebilmektir” ve belki hiçbir şey yapmamaktır (inşaai anlamda).
Bu noktada mimarlık eğitiminin tarihine bakmak gerekiyor. Önce lonca’larda usta çırak ilişkisi ile başlayan süreç bugün yerini öğrenci merkezli bir duruma bıraktı. Ama halen eğitimi “inşaa etmek” üzerine vermeye çalışmak anlamsız bir çaba. Mezunların yarısı mimarlığın inşaa etmek alanında yer bulamıyorsa, neden bu eğitimde ısrar ediyoruz?
Bugünün mimarları bugünün yapılarını / bilgisini değil, 50 yıl sonranın öngörüsünü üretmek zorunda. Archigram’ın 50 sene önce bugünü tasarladığı gibi.
İlk zamanlarda mimarın hayal gücü yapabileceğinin ötesindeydi (walking city kavramı), sonra ‘crystal palace’ projesi ile bu hayalleri gerçek kılabilmek mümkün hale geldi (yapı teknolojisinin gelişimi). Şimdi ise teknoloji, yapabileceğimizden/ hayal edebileceğimizden de önde gidiyor. Donanım sektörünün, yazılım sektörünün yıllarca önünde olması gibi.
1910 Paris Expo’sunda mimarın tasviri yapı yapımını idare eden bir operatör olarak tasvir edilir (Şekil x).

Peki bugünden bakıldığında 100 yıl sonraki rolümüz nedir, bir yazılımcı mı, karar verici mi, uygulayıcı mı, yaratıcı mı?

Bugün yapay zeka’nın hiç var olmayan yüzleri yaratmasını (Nvidia projesi), Chat GPT ile tüm sorularımıza cevaplar bulmayı, Midjourney ile yazı tabanlı imaj üretimini konuşuyoruz. Ya bu modelleri mimarlığı üretmek için kullansak. Elemanlarımız sadece kolon, kiriş, pencere, kapı vb. ile sınırlı değil; içinde algılar, duygular, ihtiyaçlar, gereksinimler var. Acaba nasıl bir sonuç çıkardı? Ve bu sonucu tasarımcı nasıl karşılardı? Tasarımcının (insan) bu süreçte rolü ne olurdu?
Endüstri devrimleri ile birlikte teknoloji çok kısa sürede değişiyor. Endüstri 1.0 200 yıl sürdü, Endüstri 3.0 ise 100 yıl. Endüstri 4.0 bu kadar bile sürmeyecek. Mimarlıkta yeni yapma biçimleri ortaya çıktı, hızlı bir şekilde de ilerleyecek… Mimarın hayalleri dün teknolojinin önündeydi, bugün yarışıyor ama yarın teknoloji hayallerin önünde olacak. O yüzden çok çalışmalıyız…

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ediyoruz.

YORUM ALANI

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.